Erdoğan Toprak: “2017’de Milli Futbolcuların ‘Evet’ Kampanyasında Rol Aldığı Anımsandığında, Sahte Fondan Milyarlarca Dolar Dolandırılan…

Posted by

CHP İstanbul Milletvekili Erdoğan Toprak, “Ankaragücü olayında görüldüğü gibi süper lig ve alt liglerdeki pek çok kulüp başkanı; iktidarın aile yakınları, AKP yöneticisi, eski AKP’li vekil, belediye başkanı vb. oluşuyor. TFF Başkanları; iktidar müteahhitleri, iş insanları, AKP zenginlerinden seçiliyor. Maçların naklen yayın hakları TFF’nin açtığı göstermelik ihaleyle iktidarın işaret ettiği Katarlı şirkete veriliyor. Dolar artarken Katarlı yayıncı kuruluş kuru sabitleyip ligin marka değerini düşürüyor. Kulüplerin en önemli gelir kaynağını kısıtlıyor… 2017 Anayasa referandumunda, milli futbolcuların iktidarın ‘evet’ kampanyasında rol aldığı anımsandığında, bugün sahte fonda milyonlarca dolar dolandırılan futbolcuların paralarını kurtarmak için neden saraya, Cumhurbaşkanı’na giderek ricacı oldukları daha iyi anlaşılır” dedi.

CHP İstanbul Milletvekili Erdoğan Toprak, Haftalık Değerlendirme Raporu’nu bugün yayınladı. Toprak’ın raporda yer alan değerlendirmeleri şöyle:

FUTBOLDA TEK ADAMLIĞIN OTORİTER ERKİ: Türkiye, Süper Lig maçında Avrupa ve dünya klasmanındaki FIFA kokartlı hakeminin sahada kulüp başkanı tarafından darp edilmesiyle ülke ve dünya manşetlerine taşındı. Futbolda kulüp ve Türkiye Futbol Federasyonu (TFF) yönetiminden, taraftar derneklerine, yayın haklarına, transferlere varana kadar planlı bir şekilde siyaset eliyle bugünkü zeminin altyapısı hazırlandı. 1994’te yerel yönetimlerde iş başına gelmesiyle partili belediyelerin futbol- spor kulüpleri kurarak liglere müdahil olması süreci başladı. 2002’de AK Parti iktidara geldikten sonra, federasyon seçimlerine siyasi müdahalelerle özerklik yok edildi. Federasyonlarda partili başkanlar göreve getirildi. Madalya ticareti ve yaygın dopingler, devşirme sporcularla başarı istismarı tırmandırıldı. Türkiye’de en yaygın spor futbolda ise tek adamlığın otoriter erki; sarayda sonucu belirlenen tek adaylı seçimlerle TFF Başkanı atamaya, kurulları dizayn etmeye kadar varan süreci kontrolüne aldı.

2017’DE MİLLİ FUTBOLCULARIN ‘EVET’ KAMPANYASINDA ROL ALDIĞI ANIMSANDIĞINDA, DOLANDIRILAN FUTBOLCULARIN NEDEN CUMHURBAŞKANI’NA GİDEREK RİCACI OLDUKLARI DAHA İYİ ANLAŞILIR: Ankaragücü olayında görüldüğü gibi süper lig ve alt liglerdeki pek çok kulüp başkanı; iktidarın aile yakınları, AKP yöneticisi, eski AKP’li vekil, belediye başkanı vb. oluşuyor. TFF Başkanları; iktidar müteahhitleri, iş insanları, AKP zenginlerinden seçiliyor. Maçların naklen yayın hakları TFF’nin açtığı göstermelik ihaleyle iktidarın işaret ettiği Katarlı şirkete veriliyor. Dolar artarken Katarlı yayıncı kuruluş kuru sabitleyip ligin marka değerini düşürüyor. Kulüplerin en önemli gelir kaynağını kısıtlıyor. Sözde Sporda Şiddetin Önlenmesi yasasıyla önce taraftarlar fişlendi. Milyonlarca taraftara Passolig kartı için hesap açtırıp kredi kartı alma mecburiyeti getirilerek iktidara yakın banka ve patronu ihya edildi. Sırtını iktidara dayayan kulüpler, yöneticiler pervasızlığı zirveye çıkarttılar. 2017 anayasa referandumunda, milli futbolcuların iktidarın ‘evet’ kampanyasında rol aldığı anımsandığında, bugün sahte fonda milyonlarca dolar dolandırılan futbolcuların paralarını kurtarmak için neden saraya, Cumhurbaşkanına giderek ricacı oldukları daha iyi anlaşılır. Siyaset spordan elini çekmedikçe, federasyonlar özerkleşmedikçe, kulüpler borç batağından kurtulup iktidara yaranmak zorunda kalmaktan kurtulamadıkça, sporda cezasızlık ve siyasi korumacılık son bulmadıkça ülke sporunun ayağa kalkması, saygınlık kazanması, marka değerinin büyümesi zor görünüyor.

RSF’NİN RAPORU, 2023’TE TÜRKİYE’DE ÇEŞİTLİ GEREKÇELERLE 43 GAZETECİNİN TUTUKLU KALDIĞINI GÖSTERİYOR: Her yıl yayınladığı raporlarla tüm dünyada basın özgürlüğü ve medyanın röntgenini çeken Sınır Tanımayan Gazeteciler’in (RSF) açıkladığı ‘Basın Özgürlüğü Bilançosu-2023’ raporunda, Türkiye açısından fazla değişen bir şey yok. 1 Aralık itibarıyla derlenen verilere göre, 2023 yılında farklı ülkelerde 43 gazeteci görevini yaparken öldürüldü, 521 gazeteciyse tutuklandı. Dünya çapındaki verilere göre, halen 54 gazeteci rehin, 84 medya temsilcisi kayıp ve akıbetleri bilinmiyor. Raporun Türkiye ile ilgili bölümünde yer alan tespitler, iktidarın görmezden gelmeyi tercih ettiği basın özgürlüğü tablosunun vahim bir noktaya geldiğini gösteriyor. 2023 yılında Türkiye’de çeşitli gerekçelerle 43 gazetecinin tutuklanarak farklı sürelerle cezaevinde tutuklu kaldığını, 1 Aralık itibarıyla cezaevlerindeki tutuklu gazeteci sayısının 7 olduğunu gösteriyor. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki illerde gazetecilerin uzun süre mahkemeye çıkartılmaksızın tutuklu kaldığına dikkat çekiliyor. Gece yarısı ev baskınları ve geçici tutuklamaların gazetecileri yıldırma amacıyla kullanılan bir yöntem haline getirilmeye çalışıldığı görüşüne yer veriliyor.

İKTİDARIN GAZETECİLERDEN DEĞİL, KİRLİ POLİTİKALARIN AÇIĞA ÇIKMASINDAN DUYDUĞU KORKU VE KAYGININ SONUCUDUR: RSF raporuna göre, geçen yıl dünyada tutuklu gazeteci sayısı 569 iken bu yıl 1 Aralık itibarıyla 521’e indi. 1 yıldaki bu gerileme, tutuklu gazeteci sayısının İran’da 24 ve Türkiye’de 23’e düşmesinden kaynaklandı. Türkiye ve İran’ın gazetecileri gözaltına alma ya da tutuklayıp birkaç ay sonra serbest bırakma yöntemine hız verdiğine dikkat çekilerek ‘Sürekli tutuklayıp-serbest bırakma uygulamasıyla gazeteciler üzerinde baskı kurulmak isteniyor. Gazeteciler yıldırılarak mesleği bırakmaya kadar varacak kararlar almaya zorlanıyor’ değerlendirmesi dile getiriliyor. Türkiye’de gazetecilere yönelik en yaygın suçlamaların Terörle Mücadele Yasası’ndan kaynaklandığı vurgulanan raporda; haber, makale ve sosyal medya paylaşımları gerekçesiyle çok sayıda gazeteciye dava ya da soruşturma açıldığı belirtiliyor. RSF raporundaki bu karanlık tablo, iktidarın sadece basın özgürlüğü ve gazetecilerden değil; tüm hak ve özgürlüklerin kullanımından, halkın gerçekleri öğrenmesinden, kirli politikaların açığa çıkmasından duyduğu korku ve kaygının sonucudur.

TÜRKİYE, KÜRESEL ORGANİZE SUÇ ÖRGÜTLERİ AÇISINDAN ‘YÜKSELEN ÜLKE’ KONUMUNDA: Interpol tarafından kırmızı ve mavi bültenle aranan üç uluslararası suç örgütü lideri daha İstanbul’da yakalandı. Bu kişilerin yine 400-450 bin dolara gayrimenkul alımı yoluyla T.C. vatandaşı oldukları anlaşıldı. İstanbul’daki özel okula çöken tefeci örgütünün velilerin okul yönetimine verdikleri senetleri bile velilerden tehdit yoluyla tahsile giriştikleri açığa çıktı. Bir yandan da yüz milyonlarca TL ya da dolara varan ponzi veya kripto para dolandırıcılığı, sanal bahis örgütleriyle ilgili haberler yer alıyor. Yakalanan kartel liderleri, ele geçirilen silah ve uyuşturucular, tefecilerden elde edilen senet-çeklerin tutarları milyarlarca dolara ulaşıyor. Tüm bunlar, yasa dışı suç örgütlerinin yönettiği parasal trafiğin, dönen varlıkların Emniyet Genel Müdürlüğü’nün (EGM) raporunda gündeme getirdiği 50 milyar dolarlık tutarın kat kat üzerinde olduğunu gösteriyor. Nitekim Uluslararası Organize Suçlara Karşı Küresel Girişim Kurumu’nun (The Global Initiative against Transnational Organized Crime/GI-TOC) açıkladığı raporda Türkiye, küresel organize suç örgütleri açısından ‘yükselen ülke’ konumunda değerlendiriliyor.

BANKAYA DÖVİZ HESABI AÇARAK BELİRLİ SÜRE TUTMA KARŞILIĞINDA VATANDAŞLIK SATIŞINA SON VERİLMELİDİR: GI-TOC Raporunda; Rusya-Ukrayna savaşı sonrasında Rus mafyasının yeni yerleşim ve faaliyet alanı olarak Türkiye’yi seçtiği öne sürüldü. Türkiye’nin lojistik ulaşım kanalları, limanları, coğrafi konumu, ticari düzenlemelerin boşlukları, bankacılık sisteminin uluslararası transfer bağlantılarına sunduğu fırsatlar açısından Rus mafyasının adaptasyonuna olanak sağladığı belirtiliyor. Savaş nedeniyle çok sayıda Rus hacker, bilişimci ve programcının ülkeden ayrılarak Türkiye’de kurdukları ortaklıklarla siber suçlar alanında faaliyete giriştiklerine dikkat çekiliyor. Bu yolla on milyonlarca yeni kimliğin ele geçirilerek sanal dolandırıcılık pazarına akıtıldığı ileri sürülüyor. Türkiye için İkinci Dünya Savaşı sırasında tüm hasım suç örgütlerinin üslendiği Kazablanka benzetmesi yapılarak küresel organize suç örgütlerinin Türkiye’ye akın ettiği, sorunun ulusal güvenlik meselesine dönüşebileceği uyarısına yer veriliyor. Gayrimenkul ya da bankaya döviz hesabı açarak belirli süre tutma karşılığında vatandaşlık satışına son verilmelidir. Emniyet, istihbarat, güvenlik birimleri ve uluslararası istihbarat örgütleriyle iş birliği yaparak ülkenin bu kirli yapılardan arındırılması için hızla harekete geçilmelidir. Türkiye, ‘kara para ve suç ülkesi’ yaftasından kurtarılmalıdır.

İKTİDAR, MASUM BİR KURYENİN CANININ HESABINI SORMAYI, AĞIRDAN ALIYOR: İstanbul’da Somali Cumhurbaşkanı’nın oğlunun kullandığı araçla çarparak ölümüne neden olduğu motorlu kurye cinayeti, medyaya yansımasaydı olay örtbas edilecekti. Kamera görüntülerine bakılmaksızın düzenlenen tutanakla savcılıkta serbest bırakılan ve yurt dışına çıkan failin serbest olması, iktidarın ‘cezasızlık ve güçlülerin hukuku’ uygulamalarının son örneği. Şimdi kamuoyu baskısıyla Somali Cumhurbaşkanı’ndan ricayla oğlunu getirmeye çabalıyorlar. İktidar; Somali Cumhurbaşkanı ve ailesine karşı, masum bir kuryenin canının hesabını sormayı, ağırdan alıyor. İktidara yakın şirketlerin büyük kazançları ve paylaşımları söz konusuyken Somali Cumhurbaşkanı’nın oğluna yargısal imtiyazlar sağlanabilir. Türkiye’ye gelerek yargılanması sağlansa da para cezası ve tazminatla kısa sürede serbest kalabilir.

İŞÇİLER GÜVENLİKTEN YOKSUN ŞEKİLDE ÇALIŞMAYA MECBUR EDİLİYOR: İş cinayetlerinde Avrupa’da birinci, dünyada ilk sıralarda yer alan Türkiye’de insan hayatının değeri yok. İşçi Sağlığı İş Güvenliği Meclisi’nin (İSİG) yayınladığı aylık raporlara göre, kasımda 137 işçi iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi. Ekimde bu sayı 150 idi. 2023 başından bu yana 11 ayda iş cinayetlerinde yaşamını yitiren işçiler 1772 kişiye ulaştı. İktidarın iş cinayetlerine duyarsızlığı, bunların önlenmesine yönelik atılacak adımları sürekli erteleme tavrı devam ediyor. 2012 yılında çıkartılan ve iş yerlerine işçi sağlığı iş güvenliği uzmanıyla iş yeri hekimi istihdamını zorunlu kılan düzenlemedeki 50 ve daha az işçi çalıştıran iş yerlerindeki işveren yükümlülükleri, yasa çıktığından bu yana 11 yıldır sürekli erteleniyor. Özel sektör işletmelerini ve kamudaki iş yerlerini kapsayan bu zorunluluk şimdi de TBMM Genel Kurulu’ndaki 80 maddelik torba yasayla 31 Aralık 2024’e erteleniyor. Bu ertelemeler aynı zamanda bu iş yerlerinin denetlenmemesi, buralarda çalışanların iş güvenliği işçi sağlığı koşullarının yok sayılması anlamına geliyor. İktidar yeni ertelemeyi, ekonomik koşullara, küçük işletmelerin zorluklarına, enflasyon, kira artışı vb. gerekçelere dayandırıyor. Oysa bu ekonomik koşullar bizzat iktidarın uyguladığı ekonomi politikaların sonucuyken işçiler güvenlikten yoksun şekilde çalışmaya mecbur ediliyor. Kaldı ki yasa uygulansa bile pek çok işveren denetlenmemek için yine yasadan kaçma yolları arayacak.

GELMEYEN DIŞ KAYNAK YERİNE, İÇERİDE BANKALARDAN DÖVİZ TEMİNİNE HIZ VERİLDİ: Merkez Bankası’nın (MB) Haftalık Para ve Banka İstatistiklerine göre, 8 Aralık haftasında toplam rezervler, 141 milyar 374 milyon dolara ulaştı. Ekonomi yönetimi tarafından ‘tüm zamanların en yüksek rezerv tutarı’ olarak nitelendirilen bu artışlar için bankalara döviz karşılığı düşük faizli TL likidite temin edilerek ödünç rezerv biriktiriliyor. Körfez ülkelerindeki ‘para bulma’ turları yanında; Londra, New York piyasalarında, IMF-Dünya Bankası Genel Kurullarında arayışlar sürdü. Bu arayışların tek amacı, dış piyasalarda güven oluşturarak acil döviz sağlamak. 7 aydır bu amaca ulaşılamayınca şimdi içeriden döviz teminine hız verildiği anlaşılıyor. Bunun için MB, politika faizi üzerinden bankalara TL finansman sağlamak yerine, MB’ye döviz getirip karşılığında TL talep eden bankalara kısa vadeli swap işlemiyle düşük faizli TL kaynak sağlıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, enflasyonla mücadelede faziletli döneme geçildiğini vurgulamasına karşılık, para politikalarından sonuç alınmasının zaman aldığını dile getirerek örtülü şekilde memnuniyetsizliğini ifade etti. Bu ekonomi yönetiminde uyarı olarak algılandı ve paniğe yol açtı. O yüzden 7 aydır gelmeyen dış kaynak yerine, içeride bankalardan döviz teminine hız verildi.

MB, BANKALARDAN ‘ÖDÜNÇ DÖVİZ’ TOPLAYARAK TÜM ZAMANLARIN REZERV REKORUNUN KIRILDIĞI ALGISINI YAYIYOR: Mevcut uygulamada normal yollarla MB’den açık piyasa işlemleriyle TL kaynak sağlayan bankalar, MB’ye yüzde 40 politika faizi ödüyor. MB’ye döviz getirip swap işlemiyle karşılığında TL finansman sağlayan bankalarsa politika faizinin 7 puan altında yüzde 33 TL faizi ödüyor. MB, bankalardan ‘ödünç döviz’ toplayarak rezervlerini artırıp tüm zamanların rezerv rekorunun kırıldığı algısını yayıyor. Kamu ve özel bankaların son dönemde yurt dışından kredi teminine hız vermelerinin gerisinde MB’ye ‘ödünç rezerv’ planı yatıyor. Ziraat Bankası, geçen hafta Deutsche Bank’tan 1 milyar 75 milyon euro kredi çekti. Rasyonele dönüş söylemine karşılık arka kapı yöntemleriyle kısa sürede rezerv artışı algısı yaratmak, dövizde ve kurda Kur Korumalı Mevduat’tan (KKM) daha yıkıcı etkilere yol açabilir. MB rezervleri bankalardan ödünç dövizle kağıt üzerinde rekor kırsa da küresel piyasalarda inandırıcı bulunmadığı için kaynak gelmiyor. Aranan dış finansman bulunamıyor.

HALKIN YOKSULLUĞU BİR AVUÇ KESİM İÇİN KAZANCA DÖNÜŞÜYOR: Ekim’de perakende satışlar yüzde 2 artarken ciroların yaklaşık yüzde 5 artması, fiyatların enflasyonla üç misli zamlandığını, aynı ürün veya hizmetin bir ay önceye göre üç kat pahalıya alındığını gösteriyor. Vatandaşın geliri yüzde 35 artarken, aynı mala bir yıl öncesine kıyasla ödediği bedel yüzde 62 arttı. Halk, iktidarın yanlış ekonomi politikalarıyla yarattığı enflasyon altında eziliyor. İktidar,  enflasyonu yaratan kendisi değilmiş gibi ortaya çıkıp hayali bir enflasyon canavarından söz ederek kimseyi enflasyona ezdirmeyeceğini vaat ediyor. Küçük bir kesimin hanesine 8’e, 10’a katlanan cirolarla olağanüstü karlar yazılıyor, halkın yoksulluğu bir avuç kesim için kazanca dönüşüyor.

GERÇEK İŞSİZ SAYISI 8,1 MİLYONA, İŞSİZLİK ORANI YÜZDE 21,3’E ULAŞTI: Ekim ayında yüzde 8,5 oranıyla 2,9 milyon kişiye indiği açıklanan işsizlik rakamlarına iktidarın kendisi de inanmıyor. TÜİK’in farklı tanım ve tasniflerle işsiz olduğu halde işsiz saymadığı 5,1 milyon kişiyle birlikte gerçek işsiz sayısı 8,1 milyona, işsizlik oranı yüzde 21,3’e ulaşıyor. Orta Vadeli Program’da 2023 sonunda yüzde 10,1 işsizlik öngören iktidar şimdi tek haneli işsizlik vaat ediyor. 15-24 yaş arası her 4 gençten birinin ve her 3 kadından birisinin işsiz olduğu bir tablo, vahim bir gerçeği yansıtıyor. Mevcut işgücü potansiyeline ‘atıl işgücü’ diyerek istihdam alanı açamayan ve bu gücü üretime katamayan bir ekonomik yapının toplumsal refah yaratması mümkün değildir. Farklı tanımlarla işsizler ‘işsiz’ sayılmasa da işsizlik gerçeği değişmiyor.

KIRMIZI ETTE FİYATLAR REKOR DÜZEYDE: Kırmızı ette fiyat artışları rekor düzeye ulaştı. Alternatif gıda ürünü beyaz ette de yüzde 5’e varan üretim düşüşü tavuk eti ve yumurta fiyatlarını yukarı çekti. Gıda enflasyonunda Dünya Bankası sıralamasında 4. olan Türkiye, OECD sıralamasında yüzde 72 ile birinci oldu. İktidar enflasyonda yavaşlama için 2025’i, tek haneli oranlar içinse 2026’yı işaret etmeye başladı. Kağıt üzerinde enflasyon oranı gerilese de artık fiyatların gelecek yıl ya da 2 yıl sonra bugünkünden düşük olması söz konusu değil.  Dünya Bankası’nın ekim ayı küresel gıda enflasyonu sıralamasında yüzde 72 ile dünya 4. olan Türkiye, hızla zirveye tırmanıyor. OECD ülkeleri gıda enflasyonu ortalaması yüzde 7,4. Türkiye’deki gıda enflasyonu, OECD ortalamasının yaklaşık 10 katı.

TÜRKİYE İLE İLİŞKİLERİ ELE ALMAYI 2024 MART ZİRVESİNE ERTELEDİ: AB Liderleri Ukrayna ve Moldova ile tam üyelik müzakerelerini başlatma, Gürcistan’a adaylık statüsü kararı aldı. Türkiye ile ilişkileri öngören raporun görüşülmesi Mart 2024’e ertelendi. AB bütçesinden Ukrayna’ya 50 milyar euro mali destek, Macaristan vetosuna takıldı. Buna karşılık ilişkilerin ilerlemesi için 8 Kasım raporundaki gibi; Doğu Akdeniz’de gerilimi azaltma, Kıbrıs’ta çözüm ve GKRY’nin tanınması, Hukuk Devleti, İnsan Hakları ve Demokrasi, Rusya yaptırımlarına katılım, Hamas’ı terör örgütü kabul etme ve benzeri koşullar yinelendi. AB liderleri muhtemelen sıralanan bu koşullarda sağlanacak ilerlemeleri, İsveç’in NATO üyeliğiyle ilgili tavrı görmek için Türkiye ile ilişkileri ele almayı 2024 Mart zirvesine erteledi.

İSVEÇ OYLAMASINDA ABD İLE KRİZ YAŞANABİLİR: ABD Başkanı Joe Biden ile Cumhurbaşkanı Erdoğan arasındaki telefon görüşmesinde F-16, Gazze, İsveç’in NATO üyeliği konuları ele alındı. ABD’nin bazı Türk şirketlerini kapsayan Rusya yaptırımları yanında ABD ve İngiltere’nin Türkiye’yi de kapsayan Hamas yaptırımlarını görüşme öncesi duyurması, oldukça dikkat çekici. ABD’nin Rusya ve Hamas yaptırımlarıyla pazarlığı ekonomi boyutuna taşıması, dış kaynak ihtiyacı içindeki iktidarı İsveç’in üyeliğini TBMM’de onaylamak zorunda bırakabilir. Burada iktidarın açmazı, başta MHP olmak üzere ittifak ortaklarının TBMM’deki oylamada İsveç’in NATO üyeliğine ‘hayır’ diyeceklerini açıklaması. Kaldı ki oylamada AKP’den de fire olması yüksek olasılık. İktidar, İsveç oylamasında 2003’teki 1 Mart Tezkeresi’ne benzer tabloyla karşılaşırsa ABD ile kriz yaşanabilir.”

Kaynak: ANKA / Güncel

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir